Dreyer'in en başarılı filmi... Bu film uzun uzun yıllar boyunca kayıptı. Bir on sene kadar oluyor ki İsveç'te bir sinemanın arşivinde kopyasına rastlandı ve restore edildi. O günden beri defalarca izlediğimi itiraf edeyim.
Robert Bresson'u takip etmiş olanlar, kendisinin de bu filme benzer bir Jeanne D'arc filmi çektiğini bilir. Dreyer'in filmindeki belli kadrajlar sonraları Bresson'un üslubuna yansıyacaktı. Hem bu filmi görmüş, hem de çok etkilenmişti.
Film, vatansever bir genç kızla kendisine ve yenilmiş ordusuna dinsel söylemle güç katmasına izin vermeyen engizisyon arasında geçen bir sorgu sahnesidir. Karamazov Kardeşleri bilenler, bu sahnenin çok benzerinin kitabın Büyük Engizisyoncu bölümünde anlatıldığını hatırlayabilir.
Burada hatırda tutulması gereken, Jeanne'ın milli kahraman oluşu ve Fransız tini için taşıdığı önem. Dostoyevski, Bresson ve Dreyer'i bir arada tutan bir diğer özellik, milliyetlerinin tinine duydukları derin saygıdır. Bizde de bunun karşılığı vardır, örneğin, Dadaloğlu'nu, Köroğlu'nu sevmek gibidir.
Bir de bu üçlüye belki daha açık, daha nefes almaya izin veren bir yazar Yaşar Kemal eklenebilir. İnce Mehmed'i sevmek gibidir... Bizim tinimizde boğucu bir katolik ruhundan (Passion* kavramı) ziyade aşk ve başkaldırı duyguları hakimdir.
Passion, Tanrısal bir mucizedir. Zaman zaman haleyle belirir. Tanrısal dokunuşla insanın insani arzulardan ilahi isteklere zorlanmadan geçişini anlatır. Olağan insanların bir aziz gibi yaşaması arzuların bir takım adamlar, örneğin bu filmde engizisyoncular tarafından bastırılması ile mümkündür. Bu da bahsettiğimiz kasvet duygusunun bir açıklaması, bastırılan arzular hüzne neden olur.
Filmin güzelliği ve acıklı yanı Jeanne'ı bu dehşetli sorgu sırasında masum bir aşkın ve ölümünden sonrada bir isyanın, başkaldırının beklemesi. Fakat Jeanne bunları göremedi. Sadece biz gördük.
*Passion kavramının doğru bir incelemesi için: http://www.newadvent.org/cathen/11534a.htm