“Nesnelerin düzeni” olarak çevirebileceğimiz ordo rerum tamlaması, Seneca tarafından çoğu kere natura‘nın yani doğa’nın karşılığı olarak düşünülmüştür. Natura da, özü itibariyle Deus‘la yani Tanrı’yla eşitlendiğinden, nesnelerin düzeni de, Stoacı Seneca’nın zihninde tanrısal yapıyı işaret eder.
Örneğin Latincenin en kısa ifadeyle en fazla manayı verebilme kudretine sığınan Seneca yıldırım olayını, kabaca, bulutlarda biriken ateş’in yeryüzüne düşmesi olarak açıklayan Aristotelesçi fizik anlayışını, ateşin doğası gereği aşağıya değil yukarıya doğru meylettiği için asla düşmeyeceği fikrinden hareketle eleştirdikten sonra arınmış ateşin (expurgatus ignis) dünyanın koruyucu / gözleyicisi olarak en dış katmandaki sınırı ve dünyada olan biteni en güzel şekilde çevrelediğini söyleyerek bu kuşatıcılığı “nesnelerin düzeninin her yere hakim olduğu” (ordo rerum est) düşüncesiyle pekiştirir (Naturales Quaesitones 2.13.3).
Buradaki ordo rerum est ifadesini Türkçe düşünürsek ilkin “nesnelerin düzeni vardır” ya da “nesnelerde bir düzen vardır” çevirisinin uygun olduğu sonucuna varırız. Ancak bağlamda kast edilen, yukarıda da belirttiğim gibi, “nesnelerdeki düzenin her yere hakim olduğu”dur. Bu, Stoa kozmolojisinde, evreni çevreleyen en dıştaki ateş sınırından başlamakla birlikte, mikrokosmosa uzanır, zihinle kavranan ya da kavranamayan her şeyi kavrar, her şey ona tabidir, her şey ondan gelir. İşte Stoacıların kafasında canlanan Tanrı imgesinin teolojik yanında fizikî niteliği böyle açıklanabilir, Stoacı açıklama böyle olunca, Brad Inwood gibi sağlam Stoa analizcilerinin “Stoa fiziğinin doruk noktası teolojidir” demesinin ne kadar da yerinde olduğu anlaşılıyor.
Tanrı’nın yarattığı düşünülen düzenin bizzat Tanrı’nın kendisiyle eşitlenmiş olması, görünüşte bir problem ortaya çıkarıyor. Tanrı yarattığı şeyle yani soyut akışa verilen ismin kendisiyle eşitlenebilir mi? Stoa’da eşitlenebiliyor. Ancak Hıristiyanlıkta tam böyle değil, aradaki fark, Stoa’da tefekkürün Tanrı’yı bilmede başarılı, Hıristiyanlıkta başarısız olmasıdır. Bu yüzden kimi Kilise babalarınca Tanrı’yla eşitlenmeyen ordo rerum‘un ordo nominis‘e zıt niteliği ön plana çıkarılmıştır.
Buna göre, ordo nominis‘ten yani “ismin düzeni”nden hareketle şu düşünce ortaya atılmıştır: Bildiğimiz ilk şey, gerçekte en bilinebilir olan şey olmadığından, ordo nominis‘ten hareketle ordo rerum‘a varamayız / argüman öne süremeyiz. Zira bir isimle simgelenen kavramların düzeni, bildiğimiz kadarıyla isimlendirme yaptığımız için, bilgimizin düzenini gösterir. Öz ifadeyle, yaptığımız hiçbir isimlendirme ve betimleme, nesnelerin hakikî düzenine ilişkin “doğru” bilgilendirme yaptığımız konusunda bizi tatmin etmez. Daha da özleştirirsek, biz hakikati, tefekkürle bile, “tam anlamıyla” tarif edemeyiz. Ralph M. Mclnemy bunu şu şekilde dillendiriyor:
“[Hıristiyanlıkta] Tanrı asla kavranamaz ya da betimleyici terimlerle tarif edilemez, aksine onun sonsuz kusursuzluğuna uygun olan, ona doğru bir şekilde atfedilmiş olan, ismin mantığını kavrarız sadece.” [*]
Burada karşımıza çıkan “isim mantığı”nın terminolojideki karşılığı ratio propria yani “özgü mantık”, bir şeye (Tanrı’ya) özgülüğün mantığını kavrarsanız, o şeyin (Tanrı’nın) esasta nasıl olduğuna ilişkin “tam” bir isimlendirme başarısını gösteremeseniz de, neticede mantığı kavramış olmanızdan ötürü, isimlendirme girişiminiz başarıyla sonuçlanmış olur, başka deyişle, Tanrı’nın yüceliği karşısında güdük zihninizle yapabileceğinizin en iyisi budur.
Bu yüzden Thomas Aquinas şöyle diyor:
“Nec oportet, si dicimus quod deus est esse tantum, ut in errorem eorum incidamus, qui deum dixerunt esse illud esse universale quo quaelibet res formaliter est.” [**]
“Gerek yok, tanrı’nın, her şeyin biçimsel olarak kendisinden meydana geldiği evrensel yapı olduğunu söyleyenlerin düştüğü hataya düşerek, tanrı’nın ne kadar yüce olduğunu söylememize!“
O halde, Tanrı’nın ne kadar yüce olduğunu (tantus) hiçbir zaman anlayamayacağız, öyle mi? Zaten anlamanın bir anlamı yok, bizden beklenen anlayabilmemizden ziyade inanmamız. İbrahimî dinlerin bilhassa yaşamımıza kattığı şey zaten bu, yani anlamadan ziyade inanmaya yani hür iradeyi zincirleyen vicdanî karar mekanizmasına indirip, Tanrı’nın “tantus” olduğunu bile dile getirmemizin yersizliğine (nec oportet) vurgu yapıyor. İnan, geç. Sana düşmedi ordo‘nun içeriğine ilişkin detaylı bir anlama sürecine girip de alnın dik ayrılmak.
Oysa Seneca ne rahattı, bakıyordu doğa diye bir şey var (ya da var olduğunu kabul ediyor) işte o tanrısaldır diyor: “Vis illum, naturam vocare, non peccabis; hic est ex quo nata sunt omnia, cuius spiritu uiuimus” “Tanrı’ya doğa demek istersen, günah işlemiş olmayacaksın, [zira] doğan her şey ondan geliyor, onun soluğuyla / ruhuyla yaşıyoruz.” Gayet basit, ordo yani düzen varsa, işte o tanrısaldır, öyle olmasaydı ben onu anlayamazdım, Tanrı ancak anlaşılabilir ise “anlamlı”dır, tıpkı nesneler aleminin kendisi gibi.
Tekrar Thomas Aquinas’la kapatmak istersek entiriyi, Seneca’nın aksine, ondaki tanrı eşitlemelerinin ve isimlendirmelerinin ne denli büyük bir problem teşkil ettiğini gösterebiliriz.
“Cum igitur dicitur ‘deus est bonus’ non est sensus, ‘deus est causa bonitatis’ vel ‘deus non est malus’; sed est sensus, ‘id quod bonitatem dicimus in creaturis, praeexistit in deo’…”
“Denirse ki ‘Tanrı iyidir’, bu bir sezgi değildir, ‘Tanrı iyiliğin nedenidir’ ya da ‘Tanrı kötü değildir’ dersek de, bunlar birer sezgi değildir; ancak şu sezgidir: yaratılmışlarda iyilik olarak bulunduğunu söylediğimiz şey, Tanrı’da evvelce bulunmuştur.” [***]
Bu yaklaşım aynı zamanda kötülük probleminin Thomas Aquinas tarafından çözümüdür, doğanın düzeni gibi, Tanrı’nın düzeni de örtük bir düzen fikriyle açıklanarak, iyilik gibi kötülüğün de “doğrudan” Tanrı’dan gelmediği dile getirilmiş olur. Buna göre her şeyin kaynaklandığı asıl ordo asla insan tarafından bilinemez, her şey oradan kaynaklanıyorsa, zaten “iyilik” veya “kötülük” gibi nitelikler Tanrı’nın özsel / substantial sorumluluğu altında olmaz, biz ancak gördüğümüz kadarıyla bir şeylere “iyi” ya da “kötü” deriz. Ratio böyle işliyor Aquinas’ta. Oysa Seneca için gayet basitti, “causa causarum” demişti Tanrı için yani “nedenlerin nedeni”. Ben de “ne kadar basitse o kadar iyidir” diyerek konuyu kapatıyorum, Senecacı (gavurların deyişiyle “Senecan”) tavrım işinize gelirse.
Yıldızlar
* Ralph M. Mclnemy, The Logic of Analogy: An Interpretation of St. Thomas, Springer, 1971, s.161.
** De ente et essentia, cap.6.
*** In 1 sent. d.2.q.1.a.3; John F. Wippel, The Metaphysical Thought of Thomas Aquinas: From Finite Being to Uncreated Being, CUA Press, 2000, s.538.
Kaynak:https://jimithekewl.com/2011/02/09/ordo-rerum-nesnelerin-duzeni/
Maddeler
acı
adalet
adem
af
afrika
agnes varda
ağaç
ahlak
ahmet hamdi tanpınar
ahmet telli
aile
akıl
akıl hastanesi
akira kurosawa
akrep
alaturka
albay çiçek
ali
alim
amerika
ampirizm
anadolu
anadolu rock
analiz
anarşizm
anlamak
anne-baba
ansiklopedi
antik yunan
antropoloji
arap
aristo
arkadaş
arzu
asker
aşk
aşmak
at
ataol behramoğlu
atıf yılmaz
atilla ilhan
attar
avrupa
aydınlanma
ayı
ayrılık
ayrımcılık
aziz
babam
bach
baki
barış
barthes
baudelaire
beğenmek
behçet necatigil
bektaşi
ben
benjamin
benlik
bergson
beşiktaş
biçim-öz
bilgi
bilgisayar
bilim
bilinç
birey
biyoloji
brecht
bresson
buda
bulantı
cahit arf
cahit zarifoğlu
camera obscura
camus
can sıkıntısı
can yücel
canan özgür
cemal süreya
cennet
ceza
chp
chris marker
christopher marlowe
cinuçen tanrıkorur
cumhuriyet
cüneyt cebenoyan
çağ
çalışmak
çin
çoktanrılı
çöp
dadaizm-sürrealizm
dağ
dedem
deleuze
deli
demokrasi
descartes
devlet
devrim
dil
divan
diyalektik
doğa
doğu-batı
dostoyevski
dönüşümler
duyu
dünya
düşman
düşünme
ebediyet
edebiyat
edebiyat eleştirisi
edip cansever
eflatun
eğitim
ehli beyt
einstein
ekitap
ekoloji
enel hak
engels
engizisyon
erdem
estetik
ev
fabrika
farabi
fark
farsça
faust
felsefe
fenomenoloji
feza gürsey
fikir
filmlerim
foto-gerçekçilik
fotoğraf
foucault
frankfurt okulu
futbol
futurizm
fuzuli
garip
gazali
gece
gelecek
gemi
gençlik
gerçek
goethe
gök
görümlerim
göstergebilim
gurur
gülümseme
günah
gürcistan
güven
güzel
haber
habil-kabil
hac
hafıza
hafızı şirazi
hakikat
hallacı mansur
hamlet
hapisane
harabat
hasan-hüseyin
hastalık
hat
hatırlamak
hayal
hayat
haydar ergülen
hayvan
haz
hegel
heidegger
hezarfen
hırs
hırsız
hiçlik
hikaye
hile
hilmi yavuz
hitchcock
hölderlin
hristiyanlık
hukuk
hurufilik
hümanizm
ışık
ibn rüşd
ibn tufeyl
ibrahim
ibrahim tenekeci
idam
idealizm-realizm
ideoloji
ikinci yeni
iktidar
iktisat
inanç
incil
insan
inziva
isa
islamcılık
ismet özel
israil
istanbul
isyan
işçi
işgal
işsizlik
itiraz
iyi-kötü
izlenimcilik
izsürücü
japonya
jazz&blues
jeanne d'arc
jules verne
jung
kader
kadın
kafka
kalp
kant
kapitalizm
kara şiir
karanlık
kelam
kent
kıskançlık
kibir
klasik müzik
korku
köle-efendi
köy
kral edip
kul
kuran
kuş
kutsal
küçürek öykü
laboratuvar
leibniz
leonardo
leyla-mecnun
luis bunuel
machiavelli
makine
man ray
marcus aurelius
marksizm
matematik
mehmet akif ersoy
melek
melih cevdet
memleket
merhamet
meryem
meslek
metafizik
metin eloğlu
mevlevi
mey
michelangelo
milli mücadele
mistisizm
modernlik
montaj
muhabbet
musa
mustafa kemal
muş
mutluluk
mülkiyet
müzik
nazım hikmet
nedim
nesimi
ney
neyzen tevfik
nietzsche
nobel
nuh
nurettin topçu
nuri pakdil
odam
oktay rıfat
ordo nominis
orhan pamuk
orhan seyfi orhon
orson welles
ortadoğu
oruç aruoba
osmanlıca
otomatik öyküler
öfke
öğrenen makine
öğrenmek
öğretmen-öğrenci
öğüt
ölüm
ömer hayyam
örtü
özbilinç
özgürlük
öznellik
paranoya
pir sultan
piyes
polisiye
psikanaliz
psikoloji
puşkin
rastlantı
reklam
religio
renkler
resim
richard sennett
riya
rock'n roll
roman
ropörtaj
rönesans
ruh
rumi
russell
rüya
saat
sağ-sol
sağlık
sait faik
salah birsel
salgın
sanat
sartre
saussure
savaş
schopenhauer
seneca
sezai karakoç
sezgi
shakespeare
sinema
sinema salonu
sinirbilim
siyaset
sokrat
sonsuzluk
sorgu
sosyal gerçekçilik
sosyalizm
sovyet
sömürgecilik
söz
spinoza
stoa
su
sun tzu
sürgün
şair
şehir
şeytan
şiddet
şiir
şirazi
tanrı
tarih
tarkovsky
tasavvuf
taşra
techno
teknik
terör
tevazu
tıp
tin
tiyatro
toplum
toprak
tora
tövbe
tragedya
travma
truffaut
turgut uyar
türk beşlisi
türkçülük
türkiye
türkü
umut
unutmak
usta-çırak
uşak
uyku
uyuşturucu
ülkü tamer
üretim-tüketim
ütopya
van gogh
varoluşçuluk
vatan
vertov
victor hugo
wittgenstein
yabancı
yahya kemal
yalan
yalnızlık
yapay edebiyat
yapısalcılık
yara
yargı
yaş
yaşamak
yaşlı
yavuz turgul
yazar
yazgı
yeni türkiye sineması
yıldız
yoksulluk
yol
yolculuk
yunus emre
yurtdışı
zaman
zihin
ziya gökalp
zulüm
zweig
Hakkımda
- Mehmet Can Yavuz
- I have a unique blend of expertise in art and engineering, with a specialization in animation, video production, and drama. I'm deeply passionate about the art of montage and its significance in cinema, and I strictly adhere to the principles of tragedy in my written works. I also incorporate machine learning techniques in my literary works and animations, actively contributing to the development of these algorithms and regularly publishing my findings in scientific conferences and journals.